5 Haziran 2012 Salı

Sürgün Aileler ve Dedem


"Dedemin, birlikte bulunduğumuz son beş yıl içinde, evde on defa akşam yemeği yediğini bilmiyorum. Akşam yemeği için koskoca bir tencereye et suyuna tirit yaptırırdı. Koca tencereye ağzına kadar ekmek doğranırdı. Çoğu zaman bu tencereyi, onun camiine ben götürürdüm.

Akşam yemeğini caminin medreselerinde oturan muhacirlerle birlikte yerdi. Bunlar Şark isyanı sebebiyle Van civarından buraya sürülmüş Kürtlerdi. İçlerinde daha önce Şam tarafından sürülmüş Seyyid aileleri de vardı.

Hükümet bunları sürmüş, getirmiş, buraya atmıştı. Onlara sahip çıkmak Müslüman halka düşmüştü. Dedemin mütevellisi olduğu Cevizaltı Medresesi'nde, terk edilmiş yirmi iki oda vardı. Dedem bu göçmenleri oralara yerleştirdi. Ayrıca caminin bulunduğu Dolav mahallesinde, yeri müsaid olanların evlerine de birer aile verdi. Birkaç da boş ev buldu. Sürgünlerin arasında varlıklı, görgülü aileler vardı. Burada mahrumiyet ve sıkıntı içinde idiler.

Dedem, erkeklerini akşam namazından sonra camide alıkoyar, onlarla sohbet eder, kitap okurdu. Bu arada yemeği yerler, yatsıdan sonra yerlerine giderlerdi.

Bu insanların kazançları ve varlıkları az, yiyecekleri kıt olduğu için, mevcut erzakları kadın ve çocuklara kalsın diye dedem erkekleri camide ağırlardı.

Dedem ve diğer Müslümanlar, sürgün edilen ve çoğu mazlum olan bu insanlara sahip çıktılar. Müslümanlar arasında dinsiz bazı idareciler yüzünden uyanması muhakkak olan kin ve fitne hislerinin dalbudak salmasını önlediler. Zulme uğrayanlar, bu kötülüğün sadece belli bir zümrenin eseri olduğunu, diğer Müslüman kardeşlerinin bu suça katılmadığını, aksine kendilerine el uzatıp gönüllerini açtıklarını görerek teselli buldular."

(Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-1, 125-126)

10 Mayıs 2012 Perşembe

Seyfi Teoman için

ilk tatil kitabıyla tanıdık. zeynep aradı, filme gitmiyormuş. biletleri aldım. muzo da vardı. onun uykusu geldi arada, çıktı. ben sonuna kadar izledim. piyangodan çıktı, ama iyi çıktı film. 2008 festivaliydi. şimdi düşünüyorum, ne çok zaman geçmiş.

hepimizin derdini anlatmıştı işte. erkeklerin daha doğrusu. çoğu filmde, romanda anlatılmayan, ifade edilmesi kolay olmayan, erkeklere özgü o mesele. onlu yaşlarının bir yerinde görünmez bir duvara çarparsın. babalar bilir o duvarı en fazla, bilse de ses etmezler. etseler de bir işe yaramaz. o duvara çarpacaksın. biri çarp(ıl)mış, biri eşiğinde, biri de öncesinde habersiz üç erkeğin hikayesi. az önce cenaze videosunda taner birsel'i dinledim, ağlamaktan zor konuşuyordu. hikayesini anlatan adamı kaybetmiş. filmdeki sakız satma hikayesi barış bıçakçı'nın veciz sözlerindendi. ben farketmemişim o sıra, çok sonra kendisi söyledi.

bizim büyük çaresizliğimiz barış bıçakçı evrenine adımımız olmuştu. seyfi teoman'dan filmin geldiğini duyduğumda bir süre yere paralel gittikten sonrayı çekse dediğimi hatırlıyorum. sonra ilginç biçimde onun da aynı şeyi söylediğini. kitabı bizim büyük çaresizliğimiz işine giriştikten sonra okumuş meğer. festival galasında -baki sağolsun- loca biletimiz oldu. muzo'yla izledik yine. soru-cevap kısmında söz aldık, roman gibi olmamış dedik. önlerden bir sinemacı amca kızdı, şart değil dedi. haklıydı, ama biz de haklıydık.

sonra bir defa daha, sözlük zirvesinde. filmi izlemek için toplandık. namaz için 10 dk erken çıkarken kapının yanındaki koltukta onunla gözgöze geldik. dedim "ben izledim aslında, beğenmemiş gibi olmasın, ondan değil aman :)". kasıntı bir adam değildi, birkaç film sonra olur muydu bilmiyorum. derine inmenin bedeli var, olmasa da yaklaşırdı. çünkü çıktığı yol onu oraya götürecekti, eğlencelik işler yapamazdı. bu ülkede derine inmek için etrafınıza duvar örersiniz, ördürürler. yalnızlığa gömerler sizi, çünkü birkaç adım sonra kimin ne olduğunu göremez olursunuz. herkes aynı gelmeye başlar. kendiniz kalabilmek için yalnızlık yegane seçeneğiniz haline gelir.

ilker aksum'la ne kadar tezattı o akşam. kamera arkasını izlerken halı sahada koşan barış bıçakçı'yı gördük -ilk defa görmüştüm neye benzediğini. "Allahın asosyali" demişti aksum. halbuki filmi o asosyalin kitabından yapmışlardı.

başkasının hikayesini anlatırken bile kendi hikayesini anlatır insan. kayserili olduğunu toprağa verileceği zaman öğrendim. boğaziçi iktisat'tan lodz film akademisine, altın ayı adaylıklarına. hikayeler olmasa geldiğimiz yolu unuturduk. onun mesleği buna müsaade etmiyordu, ama bizimkiler ediyor pekala. toprağa kavuşacağımız zaman dönüyoruz başlangıç noktasına. bir de arada hikayelerimizi dinlerken.

mekanın cennet olsun.